Yaşadığımız bu dünya, sihirli bir aynaya benzer... Aynadaki gördüğümüz tüm olumlu veya olumsuz haller, bizden hayat aynasına yansıyan görüntülerdir...
Güzel ve sevgi dolu bir kişiliğe sahipseniz, aynaya yansıyan görüntüleriniz net ve berrak olacaktır...
Sevgi dolu, merhamet dolu bir kişiliğe sahipseniz; hal ve hareketleriniz de bu kişiliğinize uygun şekillenecektir... İç dünyanızda neyi daha fazla besliyorsanız; o dış yüzünüzdeki tüm davranışlarınıza sirayet edecektir...
Nefret dolu bir ortamda büyüdüyseniz; bu sizin davranışlarınıza elbette ki, kötü ve olumsuz bir şekilde etki edecektir...
Güvensiz ve herkesi düşman gören bu bakış açısının alt temelinde çocukken yapılan; ‘Aman kimseye güvenme, insanlar çok kötüdür’ telkinlerinin rolü oldukça büyüktür.
‘İnsanların tamamı kötüdür’, ‘insanlara güvenilmez’ diyen bir kişi aslında bir anlamda kendi iç dünyasını da karşı tarafa anlatmış oluyor...
Şayet kişi kendisi kötü ve güvenilmez ise; karşıdaki tüm insanları da o kategoride görüp öyle tür yargılarda bulunuyor...
Karşıdaki insanları yargılamadan önce; kişinin kendi iç dünyasındaki hal ve hareketlerini oluşturan alt motiflere bakması ve onları bir incelemeye alması oldukça önemlidir...
Zira yapılan her hareketin, atılan her adımın, hazırlandığı bir karanlık odası mevcut...
Bu karanlık odada; biz insanların her türlü hal ve hareketleri düşünsel ve fikirsel manada kodlanır ve daha sonra da hal ve hareketlerimize yansıyarak; ‘Kişilik’ dediğimiz iyi veya kötü karakterimizi oluşturur...
O bakımdan insanların düştüğü en büyük yanlış ve yanılgı, şeytanı veya kötüyü dışarda aramalarıdır. Oysa; iyi de, kötü de bizim iç dünyamızda zaten var olan etmenlerdir...
Önemli olan kişiliğimizi oluştururken; iyi hallere mi meyilli olacağız, yoksa kötü niyetlerle süslü yollara mı tevessül edeceğiz...
İç dünyamızın iyiliklerle dolu rahmani yönü olduğu gib, kötülüklerle dolu şeytani yönünün de olduğunu akıllardan çıkarmamak gerekiyor.
İşte tam da bu noktada biz insanların kişilik ve karakterimizi oluşturan, içsel dinamiklerimizi sıkı bir şekilde gözden geçirmemiz gerekmektedir...
Bu kötü ve olumsuz hallerden arınmakla aslınada saf sevgi olan sonsuz kişiliğimizin de ortaya çıkması demektir...
İslam anlayışındaki derin mana ikliminde bu arınmaya ‘Tövbe ve İstiğfar etmek’ deniyor... Ne demiştik; insanlar gerçekte saf sevgi ve muhteşem bir ilahi düzende yaratılmıştır...
O ilahi düzenin işleyini bozan; insanların ego kaynaklı aşırı hırs, korku ve bir yerlere ulaşma gayretleri ile yaptıkları dünyevi hatalardır...
Buna bir de aşırı büyüklenme ve kibir hallerini de eklerseniz, bu dünyadaki iç dinamiklerimizden dış dünyaya yansıttığımız görüntüler ne yazık ki pek de ‘Rahmani’ hasletler taşımamaktadır...
Rahmani olabilmek için; öncelikle içimizdeki o sonsuz sevginin varlığını keşfetmek gerekiyor...
Zira ‘Rahmani’ olabilmenin ilk şartı; bu dünyadaki tüm yolculukların senden sana olduğunun idrakine varmaktır...
Yani Yunus Emre, bu kendini bilme hal ve oluşa; ‘İlim ilim bilmektir / İlim kendin bilmektir/ Sen Kendini bilmezsin / Bu nice okumaktır...’
Kendini bilenlere ve bu yolda farkındalık oluşturan tüm güzel kalplere sonsuz selam olsun...
Okudum çok beğendim çok doğru kaleminize sağlık
Bahri çanga
28-11-2021 22:13